Almanya'da faşist 'halk cephesi' tehdidine karşı mücadele

LUDWIG KÖNIG, Marksist İnisiyatif

Geçtiğimiz şubat ayının ortalarında Almanya'nın her tarafından Dresden'e giden yaklaşık 7 bin faşist, kente yönelik 60 yıl önceki müttefi k bombardımanının yıldönümünde bir gösteri gerçekleştirdi. Elbette bu bombardımanın ana sebebinin, daha evvel faşist Almanya tarafından başlatılan savaş olduğundan hiç söz etmediler. Bu, Alman faşistlerinin 1945'te Nazizmin çöküşünden sonra gerçekleştirdiği en büyük gösteriydi. Neredeyse her hafta, Almanya'nın herhangi bir yerinde faşistler tarafından gösteriler, toplantılar ya da konserler düzenleniyor. Önümüzdeki aylar için de Münih ve Berlin'de dev gösteriler planlanıyor. Faşistler, geçtiğimiz yıl elde ettikleri dikkat çekici seçim başarısının ardından, güçlerini sokakta da göstermek istiyor. Faşist NPD )Ulusal Demokratik Parti) geçtiğimiz yıl Saksonya federal eyaletinde yüzde 9.2 oy oranı elde ederek eyalet parlamentosuna girerken (ki bu sosyal demokratların oy oranı kadardı), Brandenburg'da da faşist DVU (Alman Halk Birliği) yüzde 6.1 oy aldı. Faşist ”halk cephesi" Parababası Gerhard Frey liderliğindeki DVU daha ziyade Frey'e ait Alman Ulusal Gazetesi etrafındaki yaşlı şahısların seçimleri hedef alan bir örgütlenmesiyken, NPD geçtiğimiz yıl etkin ve militan 6 bin kadrosu bulunan bir harekete dönüştü. Geçmişte birbirine hasım olan DVU ve NPD, gelecek yıllar için Almanya'daki yüzde 5'lik seçim barajını aşmak üzere bir seçim ittifakı oluşturdu. Üyeleri arasında pek çok memur, polis ve küçük işadamı bulunan aşırı gerici Cumhuriyetçi Parti, şu sıralar durmadan güç yitiriyor. Çünkü liderliği DVU-NPD ittifakına katılmayı reddediyor ve pek çok üyesi partiden koparak NPD'ye yöneliyor. Parlamentodaki gizli oylamalarda NPD'nin parlamento grubu üye sayısından hep daha fazla oy sağladığına bakılırsa, Hristiyan Demokrat Birlik'in Saksonya parlamentosundaki üyeleri arasında da faşistlerin sempatizanları olduğu anlaşılıyor. NPD, bugüne kadar kendini ”bağımsız milliyetçiler" olarak tanımlayan bazı neo-Nazi liderlerini, çeteleri ve dazlak gruplarını söz konusu ”sağ halk cephesi"ne kazanmayı başardı. Bu güruhla beraber sokaktaki hakimiyet için mücadeleye başladılar. Faşistler bir yandan açık terör yöntemiyle, diğer taraftan konserler ve gençlik merkezleri gibi faaliyetlerle, özellikle Doğu Almanya'daki bazı kent ve kasabalarda ”ulusal olarak kurtarılmış bölgeler" yarattı. Göçmenler, antifaşist gençlik, punkçular, eşcinseller, evsizler ve engelliler faşist çeteler tarafından saldırıya uğradı ve kimi zaman da katledildi. Etkili antifaşistlerin, demokratik partilere dahil politikacıların ve kendilerini eleştiren gazetecilerin fotoğraf ve adresleri faşistler tarafından internette yayınlanmaya başladı. Özellikle Doğu almanya'nın bazı bölgelerinde faşistler kültürel hegomonya elde etti; faşist olmayan gençler bile ordu ceketleri ve postalları gibi faşizmin sembolü olan giysiler giymeye, faşist ve ırkçı grupların müziklerini dinlemeye başladı. Dazlak çeteleri ”normal" vatandaşlar arasında da epey sempati kazanmaya başladı; tedirginlik yaşayan küçük işletme sahipleri, işlerini veya işletmelerini yitirmekten korkanlar ve yabancıları krizin sorumlusu gibi görenler gibi kesimlerden oluşan ”orta sınıf" içinde ırkçılık giderek güç kazanıyor. Geçmişte Alman faşistleri Hitler ve Nazi ordusu anmaları yaparken ve Avrupalı Yahudilere yönelik katliamları reddederken, artık daha güncel meselelere yöneliyorlar. NPD gibi faşistler ABD emperyalizmine karşı, Irak ve Filistin'in kurtuluşu yönünde bir ajitasyon yürütüyor. İşsizlerin sosyal kesintilere karşı gerçekleştirdiği eylemlere katılıyorlar. Kimi faşist çete mensupları Latin Amerikalı devrimci Che Guevara'nın resminin basılı olduğu tişörtler bile giyiyor; Che'nin Amerikan emperyalizmine karşı savaşını sahipleniyorlar. Elbette sadece ABD emperyalizmiyle dertleri var; Alman emperyalizmiyle ilgili tek kelam bile etmiyorlar. Ve anti-Siyonizmleri de aslında tam bir Yahudi düşmanlığı olarak tezahür ediyor. Faşistlerin kapitalizme ilişkin protestoları ise, politikacıların münferit yolsuzluklarıyla ya da spekülatif ”Yahudi" sermayesi ile sınırlı kalıyor; fabrikaların kamulaştırılmasından ya da üretim araçları üzerinde işçi denetiminden elbette hiç söz etmiyorlar. Onlar açısından sorun üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete dayanan

kapitalist sistem değil; esas düşman olarak göçmenleri, Yahudileri, İslamı ve Almanya üzerindeki sözde ABD hakimiyetini görüyorlar. Müslümanlık karşıtı ırkçılık dalgası Faşistler aynı zamanda muhafazakar partilerle sosyal demokrasinin belli kesimleri tarafından yürütülen ırkçı kampanyalara da katılıyor. Alman nüfusu içinde hala mevcut olan ciddi Yahudi karşıtı havanın yanı sıra, Müslüman nüfusa, özellikle de büyük Türk ve Kürt nüfusa karşı yükselen ırkçılık her geçen gün yükseliyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma tartışmalarıyla birlikte, bu ırkçı kampanya yeniden canlandı. Başında sosyal demokratların bulunduğu hükümetten bile daha fazla sosyal kesinti öngören muhafazakar Hristiyan Demokratlar, bu programlarına oy kazanamayacakları için ırkçılık kartını oynuyorlar. Hristiyan Demokratlar ve SPD'den politikacılar, imamların camilerde Türkçe ya da Arapça konuşmasını engellemek istiyor. Göçmenler ve mülteciler radikal Müslüman gruplara sempati duydukları ya da Filistinli dayanışma örgütlerine para topladıkları gerekçesiyle sınırdışı ediliyor. Sembolik direniş ve halk cepheciliği Bir kentte faşist eylemler yükseldiğinde, burjuva ve sosyal demokrat politikacılar ile belediye başkanları sembolik protestolarda bulunmayı tercih ediyor. Faşist gösterilerin uzağında, ellerinde mumlar ve çiçekler olduğu halde, ”daha fazla tolerans" çağrıları yapıyor ve ”gerek sağ, gerek sol radikallerden (!) gelen şiddete karşı" nutuklar atıyorlar. Alman Komünist Partisi (DKP) gibi Stalinistler ise, radikal sol güçleri faşizme karşı sosyal demokratlarla, Yeşiller gibi burjuva partileriyle ve kiliseyle aynı platformda birleştirmeye çalışıyor. Bu durum, radikal solun sosyal demokrat - yeşil koalisyon hükümetininırkçı göçmenlik yasalarını eleştirmesine izin vermemek anlamına geliyor. Sosyal kesintilerden ve işçi haklarına yönelik derin saldırılardan sorumlu olan partilerle aynı platformda yer almak, kapitalizm karşıtı ve devrimci sol açısından halk cephesinin bir parçası olmak demektir. Faşist parti sempatizanlarının gözünde ”ulusal direniş" kapitalizme ve emperyalizme karşı tek anlamlı direniş olarak görünüyor; çünkü radikal sol iktidarla yan yana yürüyor. PDS (Doğu Alman Stalinistlerin mirasçısı olan Demokratik Sosyalizm Partisi) Berlin ve Mecklenburg'da yönetimi sosyal demokrat parti ile paylaştığı ve sosyal kesinti politikalarına onay verdiği için, pek çok işsiz ve tepkili genç ve işçi, radikal bir alternatif olarak faşist NPD ve DVU etrafında toplanıyor. Ultrasolculuk ve Siyonizm taraftarlığı Anarşistler ve sözde anti-faşist otonomcular genellikle faşistlere ve onların bürolarına yönelik doğrudan eylemleri tercih ediyor. Onlara kalırsa, küçük anti-faşist grupların militan ve gözüpek fi ziksel saldırıları faşistleri durdurmak için yeterli görünüyor. Bu grupların genel tavrı (Gösterilerde kar maskeli militanlardan oluşan 'kara blok'ları, ultra radikal sloganları, vs.) bu cesur genç yoldaşları diğer anti-faşistlerden koparıyor. Kitlesel bir otonomcu hareketin yaşandığı 1980'ler ve 90'larda, bu ultra sol kuvvetler faşistlere zarar verebiliyordu. Fakat otonom hareketinin gerilemesinin ve faşistlerin güçlenmesinin ardından, artık faşistler otonomculardan çok daha fazla kişiyi harekete geçiren gösteriler düzenlemeye başladı. Anti-faşist gençlik hareketi içinde hatırı sayılır bir kesimi de, anti-faşist gösterilere Siyonist İsrail devletinin ve ABD'nin bayraklarıyla katılan Alman düşmanları oluşturuyor. Bu kesim bütün Almanlar Yahudi düşmanı olarak görüyor ve Alman emperyalizmini en saldırgan emperyalizm olarak değerlendiriyor. Bu kesime göre anti-faşizm, ”USA-Antifa" ya da ”Bombacı Harris, bir daha bombala" gibi sloganlarla Siyonizmi ve ABD emperyalizmi savunmak anlamına geliyor. (İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri komutanı Harris II. Dünya Savaşı sırasında Dresden'de ve Almanya'nın diğer kentlerinde Alman sivillere yönelik bombalama eylemlerinden sorumluydu) Alman düşmanları ya da kendi ifadeleriyle milliyetçilik karşıtları, esas olarak akademik çevrelerden gelen eski radikal solculardan oluşuyor; bu kesim, Almanya'daki sınıf mücadelesinin gerileyen düzeyi karşısında savrularak, açıkça emperyalizm yanlısı bir politika izlemeye başladı. Alman düşmanlarının bu ahmakça politikasının, işçi ve göçmenleri faşizme karşı harekete geçirme noktasında bir engel teşkil ettiği çok açıktır. Stalinistlerin burjuva devletine ilişkin yanılsamaları Reformist PDS'ye benzer bir biçimde, Alman Komünist Partisi ve Maocu MLPD (Almanya Marksist Leninist Partisi), burjuva devletine bütün faşist örgütlerin yasaklanması talebiyle gidiyor. Bu reformist ve Stalinist örgütler, işçi seferberliklerine güvenmek yerine burjuva devletine ilişkin yanılsamalar yaymayı tercih ediyor. Ne var ki, tarihsel deneyim burjuva devletin hiçbir zaman faşistleri yasaklama ya da dağıtma yönünde davranmadığını gösteriyor. Tam tersine, gizli servisin pek çok ajanı, ”anayasanın savunulması adına" Nazi partilerinin üyeleri arasında yer alıyor. Devlet birkaç yıl önce NPD'yi yasaklamaya kalkıştığında, mahkeme hiçbir sonuca varamadan sona erdi; 14

çünkü ırkçı propaganda suçu işleyen bazı parti liderlerinin gizli servis elemanları olduğu ortaya çıktı. Münih'te şu anda bir faşist çeteye ve çete lideri Martin Wiese'ye yönelik bir dava sürüyor. Bu dazlak çetenin Münih'teki Yahudi merkezine yönelik bir bombalama eylemi planladığından şüpheleniliyor. Duruşmalar neticesinde, silahları temin edenin ve saldırı fikrini ortaya atanın bir gizli servis elemanı olduğu netleşti. Burjuva Alman devleti faşistleri yasaklama niyetiyle yeni yasalar çıkardıktan sonra, bu yasaları radikal sola karşı kullanmaya başladı. 1952'de Hitler'in NSDAP'ının bir devamı olan faşist Alman İmparatorluk Partisi'nin yasaklanması, 1956'da Alman Komünist Partisi'ni yasaklamak için atılmış bir ön adımdı; nitekim aynı yıl ”demokratik" Almanya'da binlerce komünist tutuklandı. Şimdi de hükümet, Berlin'deki Brandenburg Kapısı ya da Felaket anıtları gibi milli sembollerin etrafında gösteri yapılmasını yasaklamak için yeni yasalar çıkarmayı planlıyor. Ne var ki, bu yasalar sadece faşist gösterileri değil, sol grupların ve işçi hareketinin gösterilerini de engellemeyi hedefliyor.

1937 yılının ekim ayında Meksika solu içinde gerici basının nasıl engelleneceği üzerine bir tartışma yaşanmıştı. O sırada Meksika'da sürgünde bulunan Leon Troçki, Stalinistlerin burjuva devletinden gerici ve faşist gazetelerin yasaklanmasını talep etmesine şiddetle karşı çıkmıştı. ”Tarihsel deneyim kadar teori de göstermiştir ki, burjuva toplumunda demokrasideki her kısıtlama, kaçınılmaz olarak proletaryaya yönelir; tıpkı vergilerin kaçınılmaz olarak proletaryanın sırtına yıkıldığı gibi. Burjuva demokrasisi proletarya açısından ancak sınıf mücadelesinin gelişimi önündeki engelleri ortadan kaldırdığı ölçüde yararlıdır. Buradan hareketle, burjuva devletini kamuoyu üzerinde, özellikle de basın üzerinde hakimiyet sağlayacak özel araçlarla teçhizatlandıran her işçi 'lideri' haindir. Son tahlilde, sınıf mücadelesinin yükselmesi, her renkten burjuvaziyi bir anlaşmaya varmaya zorlayacaktır: yeni bir yasal çerçeve ile her türlü kısıtlayıcı tedbir alınacak, işçi sınıfına karşı 'demokratik' sansür tedbirleri uygulamaya konacaktır. Bunu hala kavrayamamış olan kimseler, işçi sınıfı saflarını terketmelidir."

İşçilerin, göçmenlerin ve gençliğin anti-faşist cephesini yaratmak için

Faşistler güçlerini sokaklardaki hakimiyetlerinden alıyor. Onları durduracağımız ve tecrit edeceğimiz yer de sokaklardır. Bu görev, uzaktan uzağa sembolik mum ışıklarıyla protesto gösterileri yaparak başarılamaz. Faşistleri ancak kitlesel bir güce ulaşarak durdurabiliriz. Aksi takdirde, geçen yıl sık sık yaşadığımız üzere, polis bizim kortejlerimizi dağıtmak için faşistlere arka çıkacaktır. Oysa binlere ulaştığımız ölçüde, polis de faşistler adına üzerimize saldırmaya cesaret edemeyecektir. 1997'de 6 bin faşist Münih'te bir yürüyüş yapmıştı. Fakat bu yürüyüşten haftalar önce başlatılan büyük seferberlik sonucunda, 15 bin anti-faşist yürüyüşü engellemek üzere sokağa çıkmıştı. Geçtiğimiz yıllarda da faşistler yürüyüşlerini nadiren sonuçlandırabilmiş, çoğunlukla anti-faşist direnişle karşılaşmıştı.

Marksist İnsiyatif gibi Troçkist hareketler, Stalinistlerin halk cepheci oportünizmine de, anarşistlerin ultra sol taktiklerine de karşı çıkmaktadır. Faşistlerin iyi örgütlendiği ve göçmenlerle solculara yönelik tehdit oluşturduğu bölgelerde, polis konusunda hiçbir ilüzyon yaşamaksızın anti-faşist savunmayı örgütleme çağrısı yaparız. Sol örgütlenmeler kadar göçmen merkezleri ve sendikalar da faşist saldırılara karşı savunma birlikleri ve milisler örgütlemelidir. Gerekli görüldüğünde, göçmenlerin ve Almanların ortak olarak oluşturacağı savunma birlikleri kentlerdeki işçi ve göçmen lokallerini denetim altında bulundurmalı, sol parti bürolarını, alternatif gençlik merkezlerini, saldırıya uğraması muhtemel cami ve sinagogları korumalıdır.

Anti-faşist savunmayı örgütlemek üzere tüm işçi sınıfı örgütlerini birleşik bir cephe oluşturmaya çağırıyoruz. Troçki'nin 1931'de yazdığı şu perspektifi savunuyoruz: ”Sosyal Demokrasi'yle ya da Alman sendikalarının liderleriyle ortak platformlara, ortak yayınlara, ortak bayraklara, ortak pankartlara hayır! Ayrı yürüyelim, fakat birlikte vuralım! Sadece nasıl vuracağımız, kime vuracağımız ve ne zaman vuracağımız konusunda anlaşalım! Böylesi bir anlaşma şeytanın kendisiyle bile, şeytanın nenesiyle bile, hatta ve hatta Noske ve Grezesinsky (Weimar Cumhuriyeti sırasında Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve pek çok işçinin Prusya polisince öldürülmesinden sorumlu sağ kanat sosyal demokratlar) ile bile yapılabilir. Tek bir koşulla, ellerimizi bağlamadan." (Troçki, Faşizme Karşı Birleşik Bir İşçi Cephesi İçin, Aralık 1931)

Troçkistler sendikaları ve sosyal demokratları olduğu kadar, faşistlerin hedefi olan radikal solu, kilise, sinagog ve cami mensuplarını, eşcinselleri seferber etmeyi hedefler. Türk ve Kürt göçmenleri, sosyalistleri ve Kemalistleri, Kürt milliyetçilerini ve Müslümanları, Filistinlileri olduğu kadar, Yahudi cemaatini de faşistlere karşı girişeceğimiz eylemlere katmayı arzularız. Pek çok farklı meselede tüm bu kesimler arasında derin, hatta uzlaşmaz farklılıklar bulunmaktadır; fakat bunların tümü, faşizmin ölümcül tehdidi altındadır. Göçmenlerden nefret eden dazlaklar, kimseye Kürt mü, Türk mü, siyah mı, yoksa Yahudi mi olduğunu sormamaktadır.

Bu noktada bir konuyu da açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Almanya'daki faşist hareket, bilinçsiz bir Türk milliyetçiliğini de körüklüyor. Kimi Türk gençler MHP sembollerini taşımayı Alman faşistlerine karşı bir meydan okuma olarak algılayabiliyor. Bu kitleyi, Türkiye'deki faşist MHP kitlesinden ayrı değerlendirmek, Almanya'daki faşizme Türk faşistlerinin sembollerine sarılarak karşı çıkılamayacağını göstermek gerekir. Keza Almanya'daki Müslümanlar içinde camiye giden geniş bir kesim bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu şeriatçı değil, geleneksel değerlerine bağlı Müslüman nüfus. 11 Eylül sonrası burjuva yayın organlarında ciddi bir anti-İslam tutum görülmeye başladı. Yani Türkiye'de İslam bir iktidar unsuru iken, Almanya'da giderek daha fazla horlanan ve ezilen bir dinsel topluluk haline dönüştü. Onları ve Alevi merkezlerine devam eden kesimleri faşizme karşı mücadeleye çağırmak bu nedenle son derece önemli. Bizim programımız, tüm bu kesimlerin yaşadığı sorunlara duyarlı olmayı ve eylem süreci içinde, sınıf dayanışmasına ve sınıf mücadelesine ikna edebilmeyi öngörüyor. Bunu yaparken, elbette MHP'li faşist kadrolarla ve şeriatçı önderliklerle aramıza net bir ayrım koyuyor ve faşizmle mücadeleyi başka milliyetlerin faşistlerinin ya da eli kanlı şeriatçı önderliklerin yürütemeyeceğini açıkça vurguluyoruz.

Troçkistler kendi sloganlarını yükseltmekte ve kendi bildirilerini dağıtmaktadır. Faşist tehdit altındaki tüm kesimlerin geniş birleşik eylemini örgütleme çağrısı yaparken, sosyal demokrat hükümetin ırkçı politikasını ya da Kemalist örgütlerin Kürt karşıtı şovenizmini eleştirmeyi sürdürüyoruz. Faşistlere karşı sosyal demokrat, Yeşilci, Müslüman ya da Hristiyan unsurlarla birlikte mücadele yürütürken, sosyalist bir alternatif yaratma gereği üzerine sürdürdüğümüz propagandadan asla taviz vermiyoruz. Faşistlerin anti-kapitalist demogojilerinden etkilenen işçileri ve gençleri ancak keskin bir anti-kapitalist programla kendi saflarımıza kazanabiliriz.

Faşistleri sokaklarda durdurmak yeterli değildir. Marksist filozof Max Horkheimer'ın zamanında vurguladığı gibi, ”Eğer kapitalizmden söz etmek istemiyorsanız, o halde Nazizmden de söz etmeyin." Faşizmin köklerini yoketmek için, kapitalist sistemi bir bütün olarak ortadan kaldırmak ve yerine sosyalist bir işçi devleti inşa etmek zorunludur.