Hrant Dink cinayetinden devlet sorumludur!

Hrant Dink cinayetinden devlet sorumludur!

1954 Malatya doğumlu Hrant Dink,1996 yıllında kurduğu AGOS gazetesinin genel yayın yönetmeni ve başyazarı olarak çalışmaktadır.Gazeteyi kurduğundan beri bu görevi sürdürmektedir.Türkiye’deki resmi devlet ideolojisinin karşısında onurlu bir duruş gösteren bu gazeteci 19 Ocak tarihinde uğramış olduğu bir suikast sonucunda hayatını yitirmiştir.

Olay üzerine ilk açıklama T.C Başbakanı Erdoğan’dan geldi ve başbakan, işi Ermeni Diosparasının üstüne yıkmaya çalıştı, daha sonra derin devlet yazarlarından bazıları olayın içine PKK’yı de katmaya çalıştılar.Elinde hiçbir kanıt olmadığı halde, kitleleri yanıltmaya çalışan, işlenen cinayet ile aslı astarı olmayan yorumda bulunan Erdoğan, sadece devletin bu konudaki rolünü kapatma telaşına düşmüştür. Hrant Dink 12 Ocak 2007’de AGOS gazetesinin 563. sayısında şu ifadeleri kullanıyor: 创Resmi sohbete davet

Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak birşeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.

Dikkatli olmalıydım

Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!’’

“Ayağını denk al, yoksa iyi olmaz” söylemi İstanbul valiliğinde açıkca söyleniyordu, devlet cesaretli, yılmaz bir aydına açıkca bir tehdit bildirisi veriyor. Erdoğan valiliklerde olan tehdit konuşmalarından haberi olmayacak kadar basiretsiz mi? Yoksa devletin normal işleyişindeki seyir bu mu? Erdoğan bu sorunun üstüne gidebilme cesareti gösteremediği için, olayda komplo teorilerinden yolla çıkarak, Ermeni Diasporasını hedef göstermiştir. Bilinçli bir şekilde yapılan bir kandırmadır bu.

İşin arkasındaki gücü ortaya çıkartmamak için kullanılan tek yöntem bu değil tabi. Hrant Dink yaşadığı zaman Türkiye’de yaşayan Ermenilerin sorununu ortaya getirdiği zaman, en çok kullanılan argüman gene bir hayali dış düşman. Ermenilerin talebi olamaz,olursa bunlar ancak AB, ABD, Diosparanın 创maşaları创 olabillir söylemi de epeyce gündem de tutuldu. Örnek olarak Emin Çölaşan’ın 28 Şubat 2004 tarihli yazısındaki satırları gösterebiliriz: 创...İşte size bir başka örnek. İstanbul'da yayınlanan Ermeni AGOS Gazetesi'nde rahmetli Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu hiçbir belgeye dayanmadan iddia edebilen Hrant Dink'in, aynı gazetede çıkan 13 Şubat 2004 tarihli yazısının ilk iki cümlesi aynen:

‘‘Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun.’’

Ülkemizde fikir ve ifade özgürlüğü gelişiyor, AB yolunda hızla ilerliyoruz! Her şey serbest, her şey özgür!

İmam nikáhından Arapça yazıya, Türk'ün zehirli kanına kadar...

AB'yi babalarının hayrına istemiyorlar!’’

Ermeni sorunu denilen bir sözde yok ve onların talepleri ve dedikleri ancak 创Türkiye创nin çıkarlarına terstir. Türkiye’deki Milliyetciliğin, Ermenistan ile yakınlaşma ile aşılacağını söyleyen Hrant Dink’e öfke gösterenler, beslendikleri milliyetçi damardan birisini ortaya çıkıp, cinayeti işleyeyince, masum kuzuya dönüşüyorlar. Hrant Dink’in gündeme gelmesi tabii ki Türkiye’de ve dünyadaki Ermeni Katliamına ilgili tartışmalar yüzündendir.Ermeni Katliamına yönelik haberler artıkça, Hrant Dink’e olan öfke de arttı.O yüzden Hrant Dink’in yaşadıkları, Ermeni Katliamı yaşanmış bir ülkedeki Ermenilerin en ön plana çıkan aydınının yaşadıklarından farksızdır. Ermeni olmasından ve Ermeni sorunundan ayırarak bu konu anlaşılamaz.

Bu tartışmalara yönelik Deniz Baykal şöyle demektedir; 创Tuba ATAV- Siz çok sık sık gerçektende ulusal bütünlük konusuna vurgu yapıyorsunuz ve bunun ciddi bir teklif olduğunu bugünde altını çiziyorsunuz. Şimdi son dönemler askerlerle hükümet ve muhalefet partilerinin liderlerinin bazılarının arasında bir polemik yaşanıyor. Yani işte en son Sayın Büyükanıt Sayın Mehmet Ağar’a da üstü kapalı ya da açık bir şekilde sitemkar sözler söyledi.

Siz komutanların konuşmalarını savundunuz. Yani komutanların sözleriyle benzer görüşler sergilediniz. Bazı siyasetçilerde bunun üzerine bazı düşünce adamları, köşe yazarları muhalefet yeterince konuşmadığı için, yeterince muhalefet yapmadığı için Türkiye’de komutanlar, askerler konuşuyor dedi.

Bir muhalefet boşluğumu var? Ya da komutanlar sizi yeterince muhalefet yapmadığınız için mi konuşuyor?

Deniz BAYKAL- Bu doğru bir değerlendirme değil. bu değerlendirmenin altında olayları gerçek niteliğiyle teşhis eden bir anlayış yatmıyor. Yani normal siyasi ortamda elbette toplumun her kurumunun görevi ve sorumluluğu bellidir ve herkes kendi görev ve sorumluluk alanı içinde üzerine düşeni yapar.

Ne siyasetçi durduk yerde devletin güç koşullarda, ağır görev yapan kurumlarına karşı laf dokundurarak, belli çevrelere şirin gözükmeye çalışır ne de kurumlar siyasetçilerle tartışma ihtiyacı içine girerler.

Ama Türkiye güç bir dönemden geçiyor. Bu güç dönemin için demin konuştuk. Türkiye’ye yönelik çok ciddi tuzaklar var. Türkiye çok ciddi bir kuşatma altında. Ermeni sorunu birden bire ısıtıldı, ortaya konuldu. AB parlamentosunda Ermeni soykırımı neredeyse ön şart olmak üzereydi. Hadi hadi şimdilik olmasın, biraz tutalım, birkaç ay sonra yeninden meseleyi tazeleriz diye geri çekilir gibi yaptılar. ....

....Kıbrıs’ta böyle. Bu Ermenistan olayında böyle. Diğer konularda Ermeni soykırımı iddiasının Türkiye’yi aşağılayarak, Türkiye’ye hakaret ederek yapılabilmesinin önünü açma çabaları sürdürülüyor ve Türkiye’de pek çok kişi bunu başta reddettiği halde iktidardakiler, şimdi canım işte kırmayalım Avrupalıları falan diye bu konuda sözler veriyorlar, pazarlıklar yapıyorlar. Bu istikamete gidiyorlar...

...Bütün bunlar yaşanıyor ve bunlardan dolayı toplumun ezici çoğunluğu ciddi bir rahatsızlık içinde. Terör demin söylediğim gibi, afla falan bunları gönlünü alabilir miyiz gibi bir yaklaşıma çekilerek aslında Türkiye’ye yönelik kurulmuş olan tuzağın gereği yerine getiriliyor. Irak’ta işlemiş olan tuzak şimdi Türkiye’de sahnelenmek isteniyor....

...Bütün bunlar Türkiye’nin içinde bulunduğu tablo bunun gereğini, ne zaman yapıyoruz bunu? Cumhuriyetin 83.yıldönümünde. Şimdi bakınız zaman ne yazık ki, siyasi talepler için bir mürürü zaman getirmiyor. Yani Türkiye’ye yönelik taleplerin sahipleri canım aradan şu kadar zaman geçti artık bizim talepler mürürü zamana uğradı, biz bundan vazgeçtik demiyorlar.

Tuba ATAV- Yani 83 yıldır aynı konuları bir zaman içinde tekrara temcit pilavı gibi...

Deniz BAYKAL- Şimdi aynı konular olmadı. Uzun süre unutttular tabi. Yani milli mücadeleden sonra uzun herkes yeni yeni, Türkiye acaba AB ilişkisi yeni imkan yaratıyor mu? Birden bire ermeni sorunu çıktı. 1915, nereden çıkıyor bu? Kim pişiriyor, niçin pişiriyor, ne var bunun altında? Ülkeyi yönetmek isteyen bir insan bu soruyu sormayacak mı? Bu soruyu sorup cevabını aramayacak mı? Bu konuda duyarlı davranmayacak mı?

...AB’den Türkiye’de Alevi azınlığı var. Türkiye’de Kürt azınlığı var laflarının piyasaya çıkarıldığını görüyoruz. Bunlar karşısında dikkate ihtiyaç var. Türkiye ulusal bütünlüğünü her an kazanma zorunda olduğunu unutamayacak bir ülkedir bakınız. Bu dikkate ihtiyaç var. ’’

Türkiye’deki sorunları ordu ile aynı çizgide götürmekte bir sakınca görmeyen, 12 Eylül’üncuntacı ordusunun savunucusu Baykal, Ermeni sorununu dışarıya bağlarken, 创 Türkiye’ye yönelik çok ciddi tuzaklar var.创 söylemi ile tartışmaları tuzak kuranlar ve tuzağa düşmemesi gerekenler diye ikiye ayırıyor. Ermeni Katliamını savunmak, Türkiye’de yaşayan azınlıklarının haklarını savunmak tuzak kurmaktır. Ermenilerin sesi haline gelen bir Hrant Dink de bu mantığa göre o tuzağı kuranlar arasındadır. Bunlar tabii ki Hrant Dink’e tehdit olarak geri gelmekteydi. Bir sene içinde tam 2600 tehdit e-maili Hrant Dink’e ulaşmıştır. Hem Erdoğan hem de Baykal, hani bu Türkiye’yi sözde bölmek isteyen güçlerle en yakın çalışanlardır.

Erdoğana göre Ermeni ve Yahudi lobisinin son derece etkili oldugu ABD ile en yakın ilişkilere sahip olan gene Erdoğandır. IMF politikalarını olduğu gibi uygulayan gene Erdoğandır.

Evet Hrant Dink’e ve Ermeni Katliamının gündeme getiren herkese verilecek bir sıfat halı hazırda bulunmaktadır. 创Vatan Haini创, 创Bölücü创 , Türkiye’nin çıkarlarına karşı olanlar创 devamlı kullanılan sıfatlar. Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök ise TV’lere verdiği demeçlerde önce bu olay bir felakettir dedikten sonra şu üç noktayı öne çıkartmıştır.

1) Timsahın gözyaşları Ertuğrul Özkök’ün gözyaşlarından daha inandırıcı. Hangi Türkiyenin çıkarına ters bu?

Parlamentosunu Kuzey Irak’a asker göndermek için acil toplantıya çağıran Türkiye’nin mi? Kürtlere karşı imha politikasından vazgeçmeyen Türkiye mi? Susurlukta ortaya çıkan hala aramızda olan Kontrgerillaların Türkiye’si mi? Yoksa Sabah gazetesi gibilerinin pastadan pay alma kavgalarının yaşandığı Türkiye mi? Ertuğrul Özkök’ün istediği, Türkiye’nin teşhir edilmesine sebep olabileceği için kapıldığı telaştır. Türkiye’nin çıkarları için öldürülen Ape Musa, Turan Dursun, Metin Göktepe’nin ve binlerce kişinin öldürülmesini sağlayan zihniyet aynı zihniyettir. Olayların aydınlanmamasını isteyen hiç bir kimsenin çıkarına ters değildir bu. Bu cinayet, uzun süredir sürdülen bir linç kültürünün son halkasıdır. O Ertuğrul Özkök’ün çıkar sahipleri olarak nitelendirdiği kişiler, bu linç politikalarının sebebidir.

2) Ertuğrul Özkök’ün suçluluk psikolojisi olmadığını, oturduğu koltuğa ters bir kavram olduğunu biliyoruz. Bu işi destekleyenlerin böyle bir duygu içerisinde olmayacağını da biliyoruz. O yüzden Ertuğrul Özkök merak etmesin, o kesimler tıpkı kendisi gibi böyle bir şeye üzülmezler. Bizler devrimciler olarak, cesur bir aydınımızı kaybetmenin acısını taşımaktayız.

3) Suçlama kültürü olarak, çekindiği şey, okların devlete ve bu sisteme dönmesidir.Evet bizler suçlayacağız. Linç kültürünü yaratanları, Aydınları öldürten, tetikleri çektiren, bu olayları saptırmak isteyenleri, topluma dezenformasyonu aşılıyanları suçlayacağız. Biliyorsun ki Ertuğrul Özkok, sende suçlananlar arasındasın, suçlanmak senin işine gelmez.

Şimdi tetiği çeken kişiyi yakalamışlar, bir kaç güne kadar, katilinilkokulanılarına kadar bir çok şeyi ögreneceğiz. Ama daha fazlasını değil. Bağlantılarını da ögrenemeyeceğiz. Tetiği çekmek bir kaç saniyenin işi, bir cinayet planını gerçekleştirmek en fazla bir kaç ayın işi. Ama bir toplumda linç kültürünü oluşturmak senelerin suçu. Bu kültürü yaratanlar, şimdi suskunlar, şimdi sözde yastalar, ama Ermeni Katliamı tekrar gündeme geldiğinde, tekrar ortaya çıkıp, aba altından ya da açıktan tehdit edecekler. Bu cinayet bir kişinin üstüne yıkılamayacak kadar büyük bir cinayet.

Hrant Dink, Türkiye’de yaşayan Ermeni halkının var olduğuna dair istenmeyen bir işaretti. Hrant Dink’in vurulması, bire bir Türkiye’nin ulusal sorundaki şovenist, katliamcı ve inkarcı unsurlarının sonucudur. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan kalan bir katliamın devamcısı olarak, Ermeni Katliamı konusunda inkarcı politikalara yol açmıştır. Osmanlı ile T.C. arasındaherhangi birbir hukuki devamlık yok, ikisi ayrı devletler gibi söylemler çıksa da, Ermenilerin mal ve toprak varlıklarının gasp eden burjuvazinin, bu katliamı tanımak ve toprak ve mal iadesine yönelik herhangi bir ciddi girişimi olamaz.Çok uluslu Osmanlıdan,çok uluslu Türkiye’ye geçiş sadece yoğun toprak kaybı ile gerçekleşmedi. Kapitalist sisteme geçişi sağlamak için Bonapartist bir rejim ortaya çıktı. Bu rejim önündeki engelleri teker teker ortadan kaldırdı. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının yok edilmesini, Kürtlerin sindirilmesi izledi, bu noktada 1938’e kadar uzanan Dersim katliamları, tek ulustan bahsedilmesi, artık Türkiye’de ulusların sindirilmesi ve tek bir ulusun oluşturulma projesinin, her türlü yolu mübah görmesine neden olacak kadar güçlendiğini göstermiştir. Ulusal soruna dair en ufak bir deyinme bile işte bu neden ile çok büyük tepkilere yol açıyor,çünkü unutturmak istenilen olaylar son derece önemli.

70’lerde solun gücünün tavana vurması, T.C.’nin ekonomik yapısında çıkan sorunlar (Burjuvazinin kar oranlarında istediği orana ulaşamaması), Ortadoğuda İran’daki devrimden sonra dengelerin değişmesi üzerine, iktidarı darbe ile alan faşist cunta rejimi, neo-liberal politikaların gercekleşebilmesi için işci sınıfını örgütsüz bıraktı, devrimci ve sol örgütlere yoğun baskı ve şiddet dönemi uygulandı. Bu esnada, islamcı ve ülkücü güçlerinin önü açıldı, desteklendi, sol fiili olarak darbe aldığı bu dönemde, devlet bilinçli olarak Türk-İslam sentezi doğrultusunda yeni nesiller yetiştirmeye başladı. Sömürgeci Türkiye Cumhuriyetinin Kürdistan’daki baskısına karşı, ortaya çıkan ulusal kurtuluş hareketine karşı, ülkücü kadrolar kontrgerila içersinde daha aktif bir görev ile, Kürt, Türk aydınlara ve ilerici insanlara karşı imha politikasına geçildi. Susurlukla ortaya çıkan pisliklerin üstü örtüldü, sistemin işleyişinde herhangi bir değişiklik olmadığı gibi, Türkiye’de linç kültürü güncelleştirilmeye başlandı. Daha önce Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta gerici faşist güçlerin harekete geçmesi ile katliamlar işlenmiş olması, bu kültürün dönem dönem daha önce de kullanıldığını gösteriyor, tıpkı 6-7 Eylül olaylarında olduğu gibi. Türkiye’de linç kültürü, aydın öldürme ve sürgüne gönderilmesi sanki yeniymiş gibi, yapılan yorumlar, komik ötesi saçma şeylerdir. Sabaatin Ali’nin vurulmasından, Nazım ve Ahmet Kaya’nın sürgün edilmesine, Ape Musa’dan, Metin Göktepe’ye kadar uzanan kalın bir dosya vardır.

Geçen sene Nisan ayında Diyarbakır’da Kürt çocuklarının kurşunlarla öldürülmesi, Trabzon’da bildiri dağıtmak isteyenlerin linç edilmek istenilmesi, Trabzon’da Papazın vurulması, 301. den yargılananların mahkemelerine,saldırmak için giden ırkçı ve faşist gruplardan, sergileri basan bunu ırkçı saldırıları bir şekilde şova çeviren bir dönemden geçerken, Hrant Dink’i sadece bu cinayetle anlamak zordur. Bütün bu sorunlar, ulusal sorunu çözmeye yanaşmayan, inkarcı ve katliamcı bir çizgide sorunları çözmeye çalışan bir sistemin beraberinde getirdiği doğal bir sonuçtur.Bu zihniyet toplumdaki en ufak muhalif düşünceden korkar. O yüzdendir bu tepki. 301. madde muhalif harekete her an saldırmak için halı hazırda tutuluyor. Yeri geldiğinde son derece rahat kullanıyor.

Fransa’daki Ermeni Soykırım tartışmalarının Türkiye’ye yansıdığı dönemde, 创AKP Düzce Milletvekili ve TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Yaşar Yakış创 (kendisini basın böyle anıyor) Türkiye’de kaçak çalışan 70 bin Ermeninin yurt dışı edilmesi gerekiğini belli etti. Sorunun daha sonra uygulanıp, uygulanmadığı ayrı bir konu ve analiz meselesi, ama Fransa’daki yasa tasarısı için, Türkiye’de en zor şartlarda yaşayan Ermeni göçmenleri hedef almak son derece AKP politikasına uygundur. Konunun diğer muhatabı Fransa’nın vatandaşlarına ve Fransa sermayesini de giriş yasağı koymayı önerebilir. Oyak Renault Otomobil Fabrikaları A.Ş.gibi bir kurum türkiye üzerinde kaçak Ermeni işçiden doğal olarak daha etkilidir. Bunlara giriş yasağı koyabilir AKP. Ama güçü sesleri çıkmayan emekçilere yetmektedir. Tıpkı Bush karşısında, Generaller karşısında son derece sus pus olan Erdoğan’ın, karşısında çiftci ve emekci görünce bağırmaya ve azarlamaya başlaması gibi. Bu şekilde Ermeni işçileri gündeme getirmek, onlara karşı öfke uyandırmak, günlük ırkçılıktır. Sade ve sıradandır, göze batmaz birden, sadece bir süre sonra, kurşun olarak geri döner.

Muhalif düşüncenin ana yuvalarından olabilecek Üniversitelerin de, YÖK ile düşünceye yasak koyarak, muhalif ögretim görevlilerini ayıklayarak, özelleştirmeleri protesto eden öğrencileri okuldan uzaklaştıran, üniversite içinde, polisi, jandarmasını eksik etmeyen bir zihniyet, toplumdan sadece bir düşünmeyenler sürüsü yaratmak istemektedir. Okul sistemini, sorgulamayan insan tipine göre kurmuş olan bu düzen, üretimi için gerekli olan insan tipini deortaya çıkartıyor. Solcu ögrencilerin üstlerine faşistlerle beraber saldıran polis ve jandarmalar, öğrencihareketini sindirmek için ellerinden gelen her türlü baskı ve korkutmayı yapıyor.

Sol Parti ve dergilere baskınlar yaparak, kapatma ve hapis cezaları ile onları susturmaya çalışan bir sistem, bu baskılarında çeşitli yöntemler uyguluyor, Genel Müdürün öldürülmesinde, dağıtıcısının kurşunlanmasına kadar basına uygulanan cezalar ortadadır. Sosyalist basına karşı devletin tepkisi tabi ki nedensiz değildir, Türkiye Cumhuriyeti sorunlarını çözmek yerine şiddet kullanarak yok etmeye çalışan ya da ertelemeye çalıştığı için, geçmişten günümüze kadar kat ve kat artan sorunlarına karşı çözüm bulmaktan acizdir. Sosyalist basın, bunu kitlelere en rahat anlatabilecek güç.Bu tepki bu sebepten.

Sorunlar o kadar çok karışık hale gelmiştir ki, birbirlerine tamamen bağlanmıştır. Kürt sorununun çözülmesi demek, Ermeni sorununun da çözülmesi anlamına gelmektedir. Kürt hareketinin her türlü kazanımından, Ermeni halkı da yararlananır. Kürt sorununda çözümsüzlüğü savunan devlet ve faşist güçler, Ermeni halkına karşın en ufak bir iyileşmeyi sunamaz. Avrupa’da müslüman edilen Avrupalıları, gazeteler baş sayfalarına taşırken, hristiyanlığa geçen birisi olduğunda, ülkedeki tüm hristiyanlara ortak saldırıya geçerler. Ermeni patriğine karşı kitleleri harekete geçirebilmek için hep hazır tutarlar. Dinsel ayinlerini basan ülkücü çeteler, çok rahatlıkla ortalıkta gezer iken, devletin tarih tezlerine karşı bu konularda açıklama yapanları mahkemelerinde yargılar. Hrant Dink devletin bu tutumuna 18 Ocak 2007 tarihli Birgün’deki yazısında şöyle değerlendirir: 创 Hükümet "Ermeni sorunu" konusunda hâlâ doğru bir yöntem ve doğru bir yol tutturamadı.

Derdi sorun çözmek değil, güreşe soyunmuş pehlivan gibi puan kazanmak. Neyi, nasıl yapıp, arkaya dolanacak da rakibini kündeye oturtacak. Tüm tasası bu.

Hiç ama hiç samimi değil.

Güya Ermeni tarihçileri tarih konuşmaya çağırıyor ama kendi aydınlarını Ermeni soykırımı konusunda muhalif söylemlere sahip oldukları için de yargılamaktan çekinmiyor.

Doğu Anadolu'yu turizme kazandırmak için Ermeni kilisesi'ni de restore ediyor ama "Bu işten nasıl daha fazla değişik siyasal yararlar sağlarım, dünyaya bunu nasıl pazarlarım?" diye de işin tadını kaçırmakta bir sakınca görmüyor.创

1915’de en kanlı halini alan soykırımın tam 92 yıl sonra en son kurbanını Hrant Dink’tir. Son yıllarda hep tekrarlanan prosedürler artık bizleri, söylenen yalanlara karşı daha dirençli yapmıştır. Hiç bir bürokrat ve siyasetci istifa etmeyecek ve kendini olaylardan sorumlu tutmayacak. Katil bir kaç yıl sonra aramıza geri dönecek. Biz gene yeni bir cinayetle uyanacağız. Tek yapabilceğimiz buna karşı tek ses olabilmek, adaleti getirecek tek güç biziz. Faşizme karşı tüm devrimci ve demokrat örgütleri Birleşik işçi cephesini tek yoldur. Faşizme karşı tüm devrimci ve demokrat örgütleri Birleşik işçi cephesini tek yoldur.

301. Madde kalksın

Başta Ermeni göçmenler olmak üzere Türkiye’de yaşayan tüm mülteci, göçmen ve kaçaklara süresiz oturum ve çalışma hakkı.

Ermeni soykırımın tanınsın

Devletin, bu topraklarda işçi sınıfına ve kardeş halklara karşı işlenmiş suçlardan (1915 Ermeni Katliamı; 6,7 Eylül 1955’te Rumlara karşı girişilen linç ve yağma; 1 Mayıs 1977 katliamı; K. Maraş ve Sivas katliamları; Kürtlere karşı kirli savaş; Susurluk) ve ilerici aydınlara yönelik cinayetlerden sorumlu olduğu resmen kabul edilsin; sorumluları yargılansın!